Daha sonra caminin ön bahçesine çıkarak, bahçeyi dolaşarak caminin etrafını turladık..Tekrar girdiğimiz kapıdan çıkışa yöneldik.
Çıkış kapısındaki Osmanlı macunu satan kişiden macun alarak, Osmanlı'nın 2. başkentini keşfetmeye devam ettik..
Mimar Sinan'ın anıtının olduğu yerden Camiyi ve Sinan'ın heykelini fotoğrafladık..Mimar Sinan: 1489 - 1588 yılları arasında yaşamış olan dünyanın en büyük yapı sanatçılarından biridir,1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan , baş mimarlık görevini I. Süleyman,II. Selim ve III. Murat zamanında 49 yıl süre ile yapmıştır.
Yönümüzü Eski Cami'ye doğru çevirdik..Edirne Osmanlı'yı yansıtan bir şehir olduğu için burada birçok tarihi cami bulunmaktadır..Eski Cami:Osmanlı tarihinde Fetret Devri diye anılan dönemde Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında inşaasına başlandı. I. Mehmed tarafından 1414'te tamamlandı.Camide ki en önemli özellik hat yazmaları olarak dikkatimizi çekti..
Eski Cami'den çıkarak Üç Şerefeli Cami için yolun karşısına geçerek Babademirtaş mahallesine doğru yürümeye başlıyoruz. Karşımıza zamana meydan okuyan tarihi evler çıkıyor..Sokakları dolaşmak ve şehri keşfetmekten büyük keyif alıyorum.
Üç Şerefeli Cami:1443-1447 arasında, Sultan II.Murat yaptırmıştır. Cami Osmanlı sanatında erken ile Klasik dönem uslübu arasında yer alır.Caminin sadeliği ve akustiği bizi kendine hayran bıraktı..Edirne'ye gelince mutlaka bu cami'yi de görmenizi öneririm..
Sinegog bayramın 1. günü olduğu için maalesef kapalıydı..Sinegog: 15. yüzyılda İspanya ve Portekiz de büyük zulme uğrayan Yahudiler 2. Beyazıd döneminde Osmanlı topraklarına kabul ediliyor ve Edirne'nin Kaleiçi bölgesine yerleştiler ve zamanla sayıları arttı..1906 yılında sinegog inşa edilmiş..Savaşlarda zarar gören Sinegog 2010 yılında restorasyon yapılarak hizmete açılmış..
Sinegog kapalı olunca biraz dinlenmek için yol üstünde gördüğümüz Polis Parkı'na giderek Türk kahvesi içtik..
Kahvemizi içince merkezde bulunan Ali Paşa Çarşısına doğru yürüyoruz..Trafiğe kapalı ana cadde mağaza ve dükkanlar mevcut..Fotoğraflık tarihi binalar ve heykellerde karşımıza çıkıyor..
Çarşı gezintisinden sonra yönümüzü Rüstempaşa Kervansaray'ına çeviriyoruz.Kervansaray 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Kervansaray otel olarak işletiliyor ama yine de bir kısmını gezebiliyorsunuz..Ama ben kenvansaray'ın içinde düğün konseptini görünce hayal kırıklığına uğradım..Urfa gezimde böyle kervansarayların kahve çayların ikram edildiği ahşap iskemleli mekanlar görmüştüm..Eğer bu şekilde bir yer olsaydı daha mutlu olurdum..
Artık karnımız acıkmış ve öğle yemeği vaktimiz gelmişti..Tabiki Edirne deyince aklımıza ciğer geldiği için önerilen yer olan Aydın Tava ciğer hemen kervansarayın çaprazında kalıyordu ama bayram dolayısıyla kapalıydı..Hemen yanında açık olan mekana oturduk..Hemen birer porsiyon ciğer yanında cacık siparişi verdik..3 porsiyon ciğer, 2 cacık ve bir ayran için 66 Tl ödedik..
Karnımızı doyurduktan sonra Selimiye Cami'nin arkasındaki Edirne Arkaoloji ve Etnoğrafya Müzesi'ne gittik.Müze de Paleontolojik dönemle başlıyor.orta Neolotik ve İlk Kalkolitik döneme ait döneme ait kemik, taş ve pişmiş toprak laıntıları mevcut..Bahçede sergilenen Dolmen ve Menhirler, Trakya’da çok sayıda örneği görülen eserlerdir.
Müzeden çıkıp, arabaya binerek yönümüzü 2. Beyazıd Külliyesi ve Şifahane'ye çevirdik. Külliye içinde 1488'den beri yer alan darüşşifa (hastane), 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar aralıksız 400 yıl boyunca önceleri her türlü hastaya; sonraları sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş bir sağlık kuruluşudur. Geçmişte hastalarının müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bu tarihi mekân, 1997 yılından bu yana Trakya Üniversitesi tarafından sağlık müzesi olarak düzenlenmiş.
Camiden çıkarak arabayla 2-3 dakikalık mesafedeki Adalet Kasrı Kulesi'ni ve Kırkpınar Er Meydanı'na gittik.Er Meydanı:Türk spor tarihinde Kırkpınar’ın müstesna bir yeri vardır.Yalnız yurdumuzun değil bütün dünyanın en ünlü pehlivanları Kırkpınar’da güreş tutan Türk yiğitleri arasından çıkmıştır. Çevresinde klarnet çalan müzisyenler karşılayabiliyor.Çevresinde bir keşif yürüyüşü yaparak, tarihi meydanı gezdik..Köprü ve Adalet kasrı kulesini fotoğrafladık.Kulenin içine de girip görebilmek isterdim ama maalesef kapalı olduğu için bu mümkün olamadı.
Mağaradan çıkınca müthiş bir doğa sizi bekliyor.Merdivenlerden inerek giriş yerine tekrar ulaşıyorsunuz.
Biz sahildeyken hortum oluşumuna şahit olduk..Sahil gri bulutların altında müthiş görünüyordu..İğneada sahiline hayran oldum..
Sahilden ayrılıp Limanköy'e doğru yolumuza devam ettik..Köyün içini dolaştık..Köyün içinde oturabileceğiniz bir kafe mevcut,, Biz Balık yemek için Liman Restoranta doğru gittik.
Gittiğimiz yer balık restorantı..Menümüzde tekir, palamut, salata ve bira vardı..Restorantın manzarası çok güzel tavsiye edilir..
2. Beyazıd Cami: Külliye birimlerinin merkezinde yer alan cami, kare şeklinde, sütunsuz ve kemersiz bir yapıdır Mimarı, Mimar Hayrettin veya Yakup Şah Bin Sultan Şah’tır. Temeli 1484 yılında Osmanlı Sultanı II. Bayezid tarafından atılmış; 1488 yılında ibadete açılmıştır.
Adalet Kasrı, Edirne Sarayı'nda kasır. Sarayın sağlam kalan tek binası.
Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin düzenlendiği Sarayiçi semtindedir. Edirne Sarayı'na Kanuni Sultan Süleyman zamanında eklendi. Kanuni'nin kanunlarını burada yazdırdığı söylenir. Kasrın önünde iki taş vardır. Bunlardan sağdaki, seng-i arz, halkın dilekçelerini değerlendirilmek için üzerine bıraktığı taştı. Soldaki, Seng-i İbret'te ise ölüm cezasına çarptırılanların kesik başları sergilenirdi.
Edirne'nin her köşesi kendine hayran bırakıyor. Edirne'nin betona teslim edilmemiş doğal halini çok sevdim. Köprülerini görmek için yönümüzü Tunca ve Meriç Köprüsü'ne çevirdik.
Tunca Köprüsü:Tunca nehri üzerindedir. 1608-1613 yılları arasında inşa edilmiştir. Mimarı, Sultan Ahmet Camisi'ni de inşa eden Mehmet Ağa'dır.Köprüden devam edince Meriç köprüsüne ve Karaağaç'a ulaşıyorsunuz.
Köprüden geçerek Meriç Köprüsüne ulaştık. Edirne Belediyesinin köprüyü çok iyi gören bir kafesi var daha önce geldiğimde burada oturmuştuk ama buğün bayramın 1. günü olduğu için kapalıydı.Biz de yolun karşısındaki Emirgan Çay bahçesinde oturarak köprünün ve Meriç'in keyfini çıkardık.
Meriç Nehri |
Emirgan Kafe |
Edirne'nin en güzel mahallesinden olan Karaağaç'ta bulunan Lozan anıtını görmek ve Karaağaç bölgesinde vakit geçirmek için tekrar arabaya binerek Trakya Üniversitesi Rektörlüğü alanı içindedir. bölgesi yeşil alanların olduğu, halkın piknik yapabileceği kent ormanının olduğu bir bölge..Sabah kahvaltısı yada ailenizle oturup yemek yiyebileceğiniz yol boyu mekanlarda bulunmakta..
Lozan Anıtı: Lozan Barış Antlaşmasını taclandırmak için Cumhuriyetin 75. yılında halka armağan olarak yapılmıştır.Anıt ile birlikte Lozam Müzesi, Lozan Meydanı, Lozan Ormanı da düzenlenmiştir.Anıtta Beton çember birliği, genç kız figürü: estetiği,zerafeti ve hukuku, kızın elindeki güvercin barış ve demokrasiyi, diğer elindeki belde de Lozan anlaşmasını simgelemektedir.Bu anlamlı anıtı inceledikten sonra Tren istasyonu yani Trakya rektörlük
binası ve tarihi trene doğru gittik..Trende fotoğraf çektirerek aklımıza eski türk filmlerindeki tren sahneleri geldi...
Edirne'nin altını üstüne getirdik ve son olarak Buçuktepe'de yer alan ve Edirneyi tepeden görebileceğiniz bir konuma sahip olan Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaş Müzesi'ni görmeye karar verdik..Navigasyon şehirde her yeri sormadan kolayca bulmamızı sağladı..
Anıt müze :26 Mart 1913 Balkan Savaşı ve şehitlerin anısınına yapılmış olan bir komplekstir. Savaş sırasında Şükrü Paşa anıtına yokluk içinde Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'nın Edirne'nin savunma yerlerinden biri olan Kıyık Tabya ya mezarı getirilmiş ve anısına bir anıt yapılmıştır. Anıtla birlikte burada bulunan tabyada Balkan Savaşlarını anlatan ve Edirne halkının elinde bulunan eşyalardan oluşan bir müze oluşturulmuştur.
Edirne gezilip, görülmesi gereken ,tarihini ve doğallığını korumuş bir şehir..Buradan ayrılmadan alacağınız hatıra ya da hediyeler; aynalı süpürge , magnet, kavala kurabiyesi, renkli kokulu sabunlar hediyelik olarak alabilirsiniz..
Bu güzel şehri ve insanları arkamızda bırakarak 2 gün konaklayacağımız ve çevresini keşfedeceğimiz Kırklareli'ye doğru arabamızla yola koyulduk..35- 40 kmlik uzaklıkta olan Kırklareli'ye saat 18: 30 gibi ulaştık..Kırklareli Uygulama Otelinde birkaç oda doluydu..Tesis neredeyse boştu..Odamız 3 kişilik ve temizdi..Çok yorgun olduğumuz için akşamı odamızda dinlenerek geçirdik.
2. gün:Sabah kahvaltımızı otelde aldık ve saat 09:00 gibi Dupnisa Mağarası'na doğru yola koyulduk..Kırklareli Vize yolundan İstanbul yolunu takip ederek Üsküp, Dupnisa Mağarası tabelasından sola döndük..Doğa müthiş, ağaçlar, köyler, ormanlar, tarlalar ..Bütün bu güzellikleri klasik müzik( johann Sabastian Bach)dinleyerek geçtik ve size de öneririm..
Dupnisa mağarasına 2-3 km mesafe kalmışken sol tarafta suyun içinde masalar olan bir mekan dikkatimizi çekiyor ve hemen arabayı parkedip biz de bir masada ayaklar suyun içinde oturuyoruz..Doğa ve ortam harika,,Ayaklarımız donuyor ama içtiğimiz çay içimizi ısıtıyor..
Çayımızı içip mağara yoluna devam ettik..Yolunuz düşerse çay içmenizi öneririm.
Mağara girişi için kişi başı 6 TL ödeyerek girdik.Mağara:Toplam da 3000 metre uzunluğunda ve ilk 1000 metresi suyla doludur. Mağarada birde Türkiye ve Bulgaristan sınırını çizen Rezve Deresinin kaynağının doğduğu nokta var. Mağaranın birinci kapısının ismi Dupnisa Dolin ismini alıyor. İkincisi ise, kuru mağara, üçüncüsü de kız mağarası adını alıyor. Bu girişlerden en derini 400 metreyi aşan derinliğiyle Dupnisa Dolindir.
Mağara da iyi bir ışıklandırma mevcut..Yarasaların mağarada yaşadığını öğrenmiştim ama ben mağara içinde hiç rastlamadım..Mağaranın içi soğuk ve sarkıtlar mevcut..Yanınızda mutlaka bir hırka almanızı öneririm..Yer altında müthiş bir güzellik içinde yürümek harika bir duygu oluşturuyor.
Mağaradan çıkınca müthiş bir doğa sizi bekliyor.Merdivenlerden inerek giriş yerine tekrar ulaşıyorsunuz.
Arabaya binerek yönümüzü İğneada Longoz Ormanları Milli Parkına çevirdik..Yaklaşık 1 saatlik yolumuz vardı.Demirköy yolu üzerinden İğneada ya 3 km kala sağda yer alan milli park tabelasından sağa saptık..Milli park içinde yedi göl bulunuyor.Dört tane de Longozlar bulunuyor; Pedina, Mert.Saka,Erikli gölü..Ama yaz çok kurak geçtiği için Mert gölü dışında diğer göller kurumuş..Çevremizde longoz arayan arabalar vardı..Tabi ki biz de yönümüzü Mert Gölüne çevirdik..Gölün tabelasının yanında arabayı park ederek, biraz yürüdük..
Mert Gölüne giden yolu çökmüş ve sularla kaplı olduğu için geri dönüp ana yoldan İğneada merkezden Mert Gölü'ne gitmeyi deniyoruz..Zaten 3 km lik bir mesafe var..
Göl ve Sahil yan yana müthiş bir doğa görüntüsü oluşturmuş..Göl çevresinde balık tutanlar ve gölde kano ile gezinti yapanlar ayrı bir güzellik katıyor..
Biz sahildeyken hortum oluşumuna şahit olduk..Sahil gri bulutların altında müthiş görünüyordu..İğneada sahiline hayran oldum..
Gittiğimiz yer balık restorantı..Menümüzde tekir, palamut, salata ve bira vardı..Restorantın manzarası çok güzel tavsiye edilir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder