21 Kasım 2016 Pazartesi

BURGAZADA TURUMUZ

Adalar  da "İlkbahar da ne kadar güzelse sonbaharda da o kadar güzel " düşüncesiyle bir cumartesi sabahı kız kardeşimle düştük yollara.Rotamız uzun zamandır gitmediğim Burgazada idi..İyiki de gitmişiz..
Burgazada: İstanbul'daki Prens adalarının büyüklük olarak üçüncüsü ve genişliği 2 km olmasıyla rahatlıkla çevresini gezip dolaşabileceğiniz ve dağ çileklerinin tadına doyamayacağınız  bir ada..Adada cami,kilise,sinagog, manastır ve Cem evi bulunmasıyla da  ayrı bir anlamı olan bir ada...
Burgaz Adası; ağaçlarla kaplı olan Heybeli Ada ve Kaşık Adası'na baktığı için manzara açısından avantajlıdır. Ada; çam ormanları, sahilleri ve zarif ahşap köşkleriyle de İstanbul'un sevilen bir köşesidir. Güzel ahşap köşklerin en çok saklandığı yerler sahil ve tepenin Kaşık adası ile Heybeli Ada'ya bakan eteğindeki sokaklardır.Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından hikayeci Sait Faik Abasıyanık, hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir. Burgaz Adası ve diğer İstanbul Adaları, hikayelerinde önemli yer tutmuştur. Abasıyanık'ın  Burgaz'daki evi, Sait Faik Müzesi adıyla müze haline getirilmiştir.
Burgaz Ada bana göre adaların en doğalı ve en mütevazisi..Şehre yakın bir o kadar da şehirden uzak, sevimli kedilerin her köşebaşını tuttuğu  sanki terk edilmiş sessizliği yaşatan bir yer...Kadıköy'den yeni vapur iskelesinden  başladı yolculuğumuz..Burgaz Adaya en kolay vapurla Bostancı ya da Kadıköy üzerinden gidebilirsiniz kız kardeşimle biz de Kadıköy'den atladık vapura ve martılar eşliğinde özgürlük duygusuyla elimizde simitlerle devam ettik yolculuğumuza...Oldum olası tarihi vapurları ve simit peşinde koşan martıları seyretmekten keyif alırım..


İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış bir yokmuş

                                                         Bedri Rahmi Eyüboğlu – İstanbul Destanı

Vapur Önce Kınalı adaya uğradı ve yolcularını indirdi. Kınalı adaya hiç gitmediğim aklıma geldi ve gelecek sefer Kınalı adayı keşfetmeye karar verdim. Kınalı adadan Burgaz'a doğru güneşin sıcacık eşliğinde devam ettik.
Burgazada uzaktan sakin göründü ve 2003 yılında yanmış olan ormanı ve yerine yeşeren ağaçları ile  bizi bekliyordu.Sabah çayınızı yudumlayacağınız ya da akşam gün batımını keyifle bekleyeceğiniz sahili ve kafeleri de sabah mahmurluğunu hissettiriyordu..
 Vapurdan inince çay içmek ve biraz sahilin keyfini çıkarmak için Ergün Pastanesine yöneldik.Sıcak çay ve çıtır çıtır tahinli çöreğimizi yiyerek adanın sakinliğini ve İstanbul'dan uzak olmanın keyfini yaşadık..

Çay keyfinden sonra önce Sait Faik Abasıyanık'ın müzesine gittik.Müze ; Takımağa Meydan Sokak’a bağlanan Çayır Sokak’ta bulunmaktadır. İskeleye yaklaşık uzaklığı 500 metre civarındadır.  Müze, Pazartesi ve Salı günleri hariç ziyaretçilerine her gün açıktır.Müzeye giriş ücretsiz.  Sait Faik Abasıyanık'ın yaşamış olduğu köşk 1959'dan bu yana müze olarak hizmet vermektedir.  Sait Faik Müzesi'nde ziyaretçilere ünlü hikâyecinin yaşamına tanıklık etmiş eşyalar, fotoğraflar, mektuplar, kartpostallar sergilenir. Türkiye'nin en fazla ziyaret edilen müze-evlerindendir ve 1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti'nin sorumluluğundadır. Sait Faik önceleri adaya yaz aylarında gelirken, hastalandıktan sonra ada hastalığına iyi gelince burada yaşamaya başlamış ve hikayelerini burada yazmıştır.




Biraz da müzenin bahçesinde vakit geçirip, köşkü fotoğrafladıktan sonra  bahçeden Aghios İoannes Prodromos Kilisesi (Aya Yani Kilisesi) dikkatimizi çekti.Müzeden çıkarak kiliseye gittik.
Kiliseden çıkarak sokaklardan sahile tekrar indik..Sahilden İstanbul net bir şekilde görülüyor.Artık ada etrafında yürüme zamanı gelmişti ve  sol tarafından  başlayarak, ada çevresini yürümeye başladık..Güneşli bir günde sanki bütün kediler güneşlenmeye çıkmışcasına her köşeden bir kedi çıkıyordu karşımıza..
  
 Arkamızda Burgazada sahili , solumuzda Heybeliada yukarı doğru tırmandık..Artık evler bitmiş ve bizi ağaçlar,bodur bitkiler ve dağ çilekleri karşılıyordu.Bulutlarda görüntüye renk katarak müthiş
bir manzara oluşturuyordu.
 

Yolu takip ettiğinizde ve sol tarafa giderseniz adanın en yüksek noktasına ve heybeli adayı yukarıdan görebileceğiniz piknik alanına geliyorsunuz.Manzara çok güzel olduğu için  burada manzara eşliğinde çayımızı yudumlamaya ve sandviçlerimizi yemeye karar verdik.sandviçlerimizi yerken bize eşlik eden bir köpeğimiz oldu ve ada turu boyunca yanımızdan ayrılmadı..Adına "Duman" koyduk.


Manzara tepesinden  sol tarafa doğru yola devam ettik.Artık yukarı değil aşağıya doğru iniyorduk. Sağ tarafta otlayan atlar, ağaçlar, dağ çilekleri sıralanıyordu.Aşağıda yol ayrımına gelince, mezarlığın hemen altında sol tarafa giden yolu takip ederek ada çevresindeki turumuza devam ettik.



Duman bile etrafa atılmış pet şişe çöplerinden rahatsız olmuş ki pet şişeyi alarak yola devam etti..Yol boyu güneşli bir hava ve yemyeşil yol içinde Marta Koyunu tepeden göreceğimiz yere geldik. Burgazada'nın   Eski adıyla Halikya olan Madam Martha Koyu, Burgazada'nın belki de en güzel yerlerinden biri. Koy, Yassıada'nın tam karşısında aşağı yukarı 1 km'lik bir alanı kaplıyor. 

Madam Martha'nın Hikayesi
Lübnan’lı katolik bir Ermeni olan Martha Arat, güzelliği ile dillere destan bir kadındı. Sadece güzel değil ayrıca çok da yetenekliydi. Kendisi bir balerindi. Belki de bu güzelliğini bir “kuğu”ya borçluydu. Alımlı ve gösterişliydi. Martha Arat, evlilik vakti geldiğinde kendisi gibi Ermeni olan Berc Kazar ile tanıştı ve birlikte mutlu bir yuva kurdular. Fakat Martha’nın bir kusuru(!) vardı: Martha, hem davranış hem de giyim tarzı olarak klasik İstanbul Ermenileri’ne hiç benzemiyordu. Yaz kış denize çıplak olarak giriyor ve denizden topladığı renkli taşlardan takılar yapıp çocuklara hediye ediyordu. Martha tam bir doğa tutkunuydu. Açık saçık giyiniyor ve akşamları iskelede kocasını bekliyordu.Bir süre sonra dedikodular çıkmaya başladı. Martha’nın kulağına kadar geldi bu dedikodular. Kaldıramadı. Geride bir not bıraktı ve kendisini tam da koyun bulunduğu yerde denize attı. Bıraktı notta şu yazıyordu: “Artık rahat edersiniz.” Ada halkı o günden sonra hiç de rahat etmedi, yasa boğuldu. Koyun ismi de o günden sonra “Madam Martha Koyu” olarak anılmaya başladı.
Plaj uzaktan çok güzel görünüyordu, uzaktan  mavi ve yeşil birbirine karışmış.bir ahenk oluşturmuştu. Burada biraz vakit geçirerek yolumuza devam ettik. Artık adanın yürüyüşünün sonuna yaklaşıyorduk ve sol tarafımızda İstanbul'un kalabalık siluetini görüyorduk. Yol boyunca kedileri, martıları, kargaları izleme ve fotoğraflama fırsatı bulduk..
 Yürüdükçe karşımıza küçük bir plaj ve fayton gezintisi yapanlar çıktı.
 
 Tekrar merkeze gelince yorgunluğumuzu hissettik ve Hemen gördüğümüz ilk kafeye oturarak sade Türk kahvelerimizi sipariş ettik. İstanbula bu kadar yakın ama bu kadar saki ve yeşil bir yerde kahvelerimizi keyifle yudumladık..
Vapur saat 15:00 te idi ve yarım saat vaktimiz olunca öğretmen evine giden yokuştan, sağ taraftan tekrar yukarı çıktık.Çünkü adaya her geldiğimde  bu şirin sokak hoşuma gitmiştir..Burada biraz fotoğraf çekerek tekrar vapura yöneldik..
Çok keyifli bir gün geçirdik.Vapuru iskelede beklerken adanın sakin görüntüsünü kadrajıma yansıtmaya çalıştım ve adayı geride bırakarak Kadıköy'e doğru vapur yolculuğuna devam ettik.





Bol rotalı keyifli geziler dilerim...Gezerek özgürleşmeniz dileğiyle.....







18 Kasım 2016 Cuma

ANITKABİR-SAFRANBOLU- AMASRA GEZİMİZ

Kızım Gülce'nin 4. sınıftayken hafta sonu 2 gece 3 günü  olan  Ankara Anıtkabir gezisine ailecek katıldık. Anıtkabir'e ilk defa gidiyorduk. Ata'nın mezarını ziyaret etmek ve kızımız Gülce'ye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal'i anlatmaktı amacımız. Yağmurlu bir Ankara sabahı bizi  bekliyordu.Yağmura rağmen zaman ilerledikçe kalabalık artıyordu.Biraz Anıtkabir  hakkında bilgi vermek istiyorum.Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi. Anıtkabir'in İnşaası; Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, inşaatın başlayabilmesi için ilk aşamada kamulaştırılma çalışmalarına başlandı. Anıtkabir'in inşaatı ise 9 Ekim 1944'de görkemli bir temel atma töreni ile başladı. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir süre içinde 4 aşamalı olarak yapılmıştır.
 Ve 10 Kasım 1953 sabahı, Atatürk'ün naaşı 12 askerin omuzları üzerinde, 15 yıl önce onu Dolmabahçe’den Ankara’ya getiren top arabasına yerleştirilip, 136 asteğmenin çektiği bu arabayla, matem marşı eşliğinde, son durağı olacak Anıtkabir'e taşınıyordu. Etnografya Müzesinden Anıtkabir'e doğru yol alan korteji, Atatürk’ün kardeşi Makbule Hanım hıçkırıklar içinde izliyordu.Bu arada ülkemizdeki tüm din cemaatlerinin temsilcileri de kortejde yerlerini almıştı. Ermeni, Yahudi, Katolik ve Rum temsilcilerle, dönemin Diyanet İşleri Başkanı birlikte yürüyorlardı. Radyodan yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki denli hüzünlü geçiyor, başkent cadde ve sokakları, insan yığınlarıyla dolup taşıyordu. Atatürk, sonsuza değin kalacağı Anıtkabir'e taşınıyordu!..Bazı yerleri anlatamazsın, duyguyu yaşamak ve hissetmek için görmek gerekir ve Anıtkabir de aynen bu duyguları yaşadım. Saygı, sevgi ve özlemle Atamızı andık.. 

Anıtkabir ziyaretinden sonra otobüse binerek Safranbolu'nun yolunu tuttuk.Ankara ile Safranbolu arası yaklaşık 230 km ve bizim yolculuğumuzda 3 saat sürdü. Safranbolu da da yağmur karşıladı bizi..Bu tarihi şehri yağmurda gezecek olmak biraz canımızı sıktı.Neyse ki düşündüğüm olmadı ve yağmur damlaları durdu..
Safranbolu; Batı Karadeniz Bölgesinde Karabük iline bağlı olan Safranbolu; birbirinden güzel ahşap evleri ve çevresindeki cami, han, hamam, çeşme, türbe, lonca çarşıları gibi tarihi eserleri, günümüze değin 'kent ölçeğinde korunmasıyla' ünlenmiş tarihi bir ilçedir.
Anadolu'nun kuzey batı kesiminde, Antik Devirde tarihçi Homeros'un İlyada destanında Paplagonya olarak geçmektedir.Yörede sırası ile Hititler, Frigler, dolaylı yoldan Lidyalılar, Persler, Helenistik Krallıklar (Pondlar), Romalılar, Selçuklular, Çobanoğulları, Candar oğulları ve Osmanlılar egemenlik kurmuşlardır.
Safranbolu Evleri ve mimari özellikleri:Safranbolu Evleri yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk kent kültürünün Günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır. İlçe merkezinde 18. ve 19.yy. ile 20.yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Bu eserlerin 800 kadarı yasal koruma altındadır.Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik.Doğa-insan-ev; sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiçbir ev diğerinin görünüşünü engellemez. Evlerin yapımında taş, kerpiç ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır.
İlk durağımız Hıdırlık Tepesi oluyor.Hıdırlık Tepesi; rklerin Safranbolu'ya geldikleri zaman konuşlandığı yermiş ve açık namazgah şeklinde. Yağmur duası ile hıdrellez kutlamaları burada yapılırmış.Tepeden Safranbolu'ya kuş bakışı  bir manzaraya sahip olan bölge,hiç bir evin diğerinin görüşünü kısıtlamadığını ve ne kadar düzenli bir şekilde konumlandırıldığını da burada bakarak hayranlıkla seyrettik..Tabi ki yağmur etkisini tam anlamıyla bitirmediği için havadaki kasvet izlerini tepeden daha net görüyorduk.


Yönümüzü Safranbolu Evlerini restore edilip, müze haline getirilmiş olan Kaymakamlar Müze Evi ne çeviriyoruz.Safranbolu içinde kolaylıkla yürüyerek her yere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.Şehrin sokaklarında yürüyerek dolaşmak ve şehri yaşamak en güzeli...
Kaymakamlar Evi; Çarşı Hıdırlık Yokuşu Sokağı’nda bulunan Kaymakamlar Evi Kültür Bakanlığı tarafından 1979 yılında “Safranbolu Sağlıklaştırma ve Koruma” Projesi kapsamında kamulaştırılıp, restore edilmiştir. Bu ev Safranbolu evlerinin iç ve dış düzenlemesiyle tipik bir sivil mimari örneğidir. İlk sahibinin isminden ötürü Kaymakamlar Evi olarak isimlendirilen bu müze-ev 1981 yılında hizmete açılmıştır.Kaymakamlar evine cüzzi bir  ücret ödeyerek giriyoruz..
Kaymakamlar Evi’nin zemin katı taş döşemeli çeşitli ahşap eşyaların sergilendiği holden oluşuyor. Ayrıca bir de gösteri salonu var. Ahşap merdivenlerden çıkılan orta katta, merdivenler odaların ortasındaki sofaya açılıyor. Evin odaları sofanın etrafında yer almaktadır.

Kaymakamlar Evinin bahçesinde ve kafesinde biraz vakit geçirdikten sonra Cinci Han Kervansarayı'nı görmeye gidiyoruz.
Cinci Han Kervansarayı: 2 katlı ve 63 odalı olan Cinci Han Kervansarayı günümüzde otel, kafe ve etkinlik merkezi olarak hizmet vermektedir. Eski çarşının içinde yer alan kervansarayın en üst katından Safranbolu’yu seyretmek de mümkündür. Cinci Hoca veya Karabaşzade Hüseyin Efendi 17. yüzyılda yaşamış Osmanlı sarayının ünlü üfürükçüsüdür. Osmanlı Padişahı İbrahim'i tedavi etmesiyle ün kazanmıştır.Kendisine Sultan İbrahim tarafından Galata Kaymakamlığı verildi. 1645'de memleketi olan Safranbolu'da mimarlığını büyük ihtimalle Koca Mimar Kasım Ağa'nın yaptığı Cinci Han'ı yaptırdı.
Safranbolu'nun tarihi sokaklarında  keşfimize devam ettik.Tarih kokan sokaklarda dolaşmak, lezzetli lokumlarından tatmak için taş döşeli sokaklara attık kendimizi...





 Safranbolu Lokumunun; en büyük özelliği diğer lokumlara göre daha hafif olmasıdır. Yedikten sonra ağızda şekerli bir tat bırakmaz.  Ayrıca içine katılan safran da eşsiz bir tat verir. Sade, safranlı, çifte kavrulmuş, güllü ve fındıklı çeşitleri bulunur.Sokaklarda lokum dükkanları önünde ikramlardan  tadarak ve hediyelik lokum alarak  keyifli keyifli  dolanmaya devam ettik.Müze şehir görünümündeki Safranbolu'nun dar sokakları ve Arnavut kaldırımları  farklı bir tat verdi bize..


Köprülü Mehmet Paşa Cami: Hem sahip olduğu tarihiyle hem de dış mimarisi ve iç dekorasyonuyla görülmesi gereken bir cami, 1662 yılında Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa'nın isteği üzerine inşa edilmiştir.  Çeşme Mahallesindeki Safranbolu Çarşısının içerisinde yer alır. 17. yüzyıl mimarisinin önemli örneklerinden biri olan cami, günümüze kadar iki kez restorasyon döneminden geçmiştir. Avlusundaki güneş saati de  hem namaz vakitlerinin gelip gelmediğini öğrenmeye hem de günlük saat ihtiyacının  karşılanmasında kullanılıyordu. 
Yemeniciler Çarşısı Arastası:Safranbolu'da görmeniz gereken tarihi bir yerdir. Eskiden günümüzdeki alışveriş merkezlerinin işlevini gören bu çarşılar, Safranbolu gibi turistik yerlerde ilgi çekici olması nedeniyle restore edilip ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Safranbolu'ya özgü hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar ve külde pişirilmiş kahve içebileceğiniz kahvehaneler bulunmakta...
 Yaz kış yerli ve yabancı turistlerin uğradığı bir yer olan çarşıdan, Safranbolu hatırası olan maket konaklar, el yapımı hediyelik eşyalar, yöreye özgü dokumalar alabilirsiniz..Şehir turunda biraz soluklanmak, kahve keyfi yapmak için Arastada mola verdik ve közde kahvelerimizi sipariş vererek beklemeye başladık..
Kahveden sonra Safranbolu sokaklarında biraz dolaştıktan sonra kalacağımız Diamond Park Otele gittik.Otel temiz ve iyiydi.Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra Safranbolu'ya 11 km uzaklıktaki Yörük Köyüne doğru yola çıktık. Köy;750 yıllık tarihe sahip olduğu için, Kültür Bakanlığı tarafından 1997 yılında gerçek bir Türk-Türkmen Köyü oluşu ve tarihi yapılarının görkemi nedeniyle koruma altına alınmıştır. Safranbolu'nun aksine arsa ve engebeli arazi sorunu olmayan yörükler evlerini nerede ise bitişik nizamda inşa etmişlerdir. Anadolu köylerinde genellikle görülen ev kümelenmesi yerine ana cadde boyunca yapılanmışlardır. Evlerin tümünün kendilerine ait bahçeleri vardır. Yörük'ün kent boyutlu evlerinde kırsal bir yaşam hakimdir. Osmanlı dönemi klasik üslubun ev mimarisindeki en güzel örnekleri ile dolu ve bilinen köy evi tarzının dışındaki konaklardan oluşan bir yerleşimdir.Köyün gezilen Çamaşırhanesi ve Sipahioğlu Konağı Safranbolu turizmine önemli bir hareket ve çeşitlilik getirmektedir.

Köyün taş kaplı sokakları, organik ürün satan sokaklarında geçerek köyün ortak malı olan tarihi Çamaşırhaneye gidiyoruz.Köy vaktinde Bektaşi köyü imiş ve Çamaşırhaneyi de bektaşiler yapmış.


Ortadaki çamaşır yıkama  taşı , Bektaşi tekkesini temsil ediyormuş, on iki dilime ayrılmış taş ise on iki imamı temsil ediyormuş.Çamaşırhane görüldükten sonra Sipahioğlu Konağına gidildi.Konak 300 yıllık tarihe sahip ve müze haline getirilmiş. Sipahioğlu konağını gezdikten sonra bahçesindeki kafede oturup çaylarımızı yudumladık..
Konaktan çıkarak köyün sokaklarını dolaşmaya devam ettik.Eski yapılar, sokaklar, ahşap konaklar, küçük tezgahlarında yöresel ürün satan teyzeler...Hepsi köy havasını bize en güzel yaşattı.


 Sokaklarda köyü keşfederken Leyla Gencer'in büst anıtını gördük. Türk Operasının en önemli sanatçılarından olan Leyla Gencer Çökön meydanında bizi karşıladı.Burada Leyla Gencer'in anıtına rastlamak bizi şaşırttı.Anıtın hemen arkasındaki ev sanatçının ailesine aitmiş.
Köyü ziyaretimiz bitince Amasra'ya doğru yola çıktık.Amasra'da ilk durağımız Kuşkayası Yol Anıtı oluyor.  Amasra’ya ulşamadan 4 km lik mesafede  eski yol (Antik Yol) tarafında bulunur.  Roma yol ağının bir parçası olan ve İmparatorun anısına yaptırılan bu anıt; yufka kabartma tekniğiyle kayalara oyulmuş Kral heykeli ve Roma Hakimiyet Kartalı ile birbirini tamamlayan iki kitabe, oturma sedirleri ve kaya nişlerini kapsamaktadır. Anıta ait , Kral Heykeli ve Hakimiyet Kartalı'nın başları tahrip olmuştur. 
 
Tarihi ve doğal güzellikleri bir arada yaşayabileceğiniz Amasra'ya tepeden bakaıp fotoğraflayacağımız Bakacak Mevki'ye  geldik..Tepeden kuş bakışı Amasra gerçekten büyüleyici gözüküyor.Amasraya gelince burada bir mola vererek harika manzarayı görmelisiniz.

Moladan sonra şehir merkezine geldik ve Amasra Müzesi yakınındaki otoparka Otobüs park edildi ve şehir merkezine yürüyerek gidildi. Saat ilerlemiş ve karnımız çok acıkmıştı. Önce  yemek yiyeceğimiz Çeşmi Cihan Restoranına gittik.Tabi ki Amasra'ya gelince yenilmesi gereken Balık ve meşhur salatası.Açıkçası salataya bayıldım ve balıkta çok lezzetliydi.


Sıra şehri keşfe gelmişti. İlk önce Amasra Kalesine yöneliyoruz. Şehir merkezinde sahilde yer alan kale, Zindan ve Sormagir Kalesi olmak üzere iki ana yapıdan oluşmaktadır.Roma döneminde stratejik konumu ve şehri koruma nedenleriyle inşa edilen kale, Bizans, Ceneviz ve Osmanlılar döneminde önemi nedeniyle onarımlar görmüş ve kullanılmıştır.

Karadeniz Yat Rallisi'ne liman olarak ev sahipliği yapan bu şirin ilçede yat ve teknelerin güvenli bir şekilde barınabileceği limanlar mevcuttur. Sahili ve limanı kaleden tepeden görüp , fotoğraflayabilirsiniz..Kaleden sonra  Şehrin bozulmamış, tarihi sokaklarında yürümeye  devam ederek Amasra Küçük Kilisesine  geldik. Amasra iç kale içinde, eski bir Chapel (küçük kilise)’dir. 15. yy. da mescide dönüştürülen şapel , 1930 yılında da ibadete kapatılmıştır. 2002 yılında Amasra Müzesi tarafından restore edilerek “Kültür ve Sanat Evi” olarak hizmete açılmıştır. 
Fatih Camisine geldik. Fatih Camii, ilk yapıldığı dönemde kilise olarak inşa edilmiştir. IX. yüzyıl eseri olan yapı, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra camiye çevrilmiştir. 
Bizans mimarisinin duvar işçiliğini en iyi yansıtan kiliselerden biri olmasına rağmen camiye çevrildikten sonraki dönemlerde onarımda geçmiştir ve orjinalliğinden uzaklaşmıştır. Caminin üst örtüsü tonozludur. 
Fatih Camisine geldik. Fatih Camii, ilk yapıldığı dönemde kilise olarak inşa edilmiştir. IX. yüzyıl eseri olan yapı, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra camiye çevrilmiştir. 
Bizans mimarisinin duvar işçiliğini en iyi yansıtan kiliselerden biri olmasına rağmen camiye çevrildikten sonraki dönemlerde onarımda geçmiştir ve orjinalliğinden uzaklaşmıştır. Caminin üst örtüsü tonozludur. Cami ziyaretinden sonra şehir turumuza devam ettik. Amasra'nın sokaklarında gezerken çizme içinde yetiştirilen çiçekler de çok ilginçti.Yürüyerek Amasra Kemere Köprüsüne geldik.

Amasra Kemere Köprüsü: Sormagir ve Boztepe mahallerini birbirine bağlayan Roma döneminde şehre inşa edilmiş olan bir köprüdür.Köprü hali hazırda kullanılıyor olması nedeniyle restorasyon görmüştür.
Köprüden sonra biraz hediyelik eşya almak için Çekiciler Çarşısına gittik.Çekiciler Çarşısı, Amasra merkezinde, yöreye özgü el emeği, göz nuru hediyelik ürünlerin satıldığı küçük bir çarşıdır. Burada bazı dükkanlardaki ahşap işçiliği görülmeye değerdi.

Alışverişi tamamladıktan sonra Amasra Müzesine gittik ve biz vaktimiz kalmadığı için müzenin dış bölümünü gezerek, fotoğraflayabildik. Amasya Müzesi;Amasra'nın antik bir yerleşim merkezi olması ve tarihî  eser açısından zengin olması nedeniyle kurulmuştur.Müze tek katlı olup burada 2'si arkeolojik, 2'si etnografik olmak üzere, 4 teşhir salonu bulunmaktadır. Teşhir salonlarındaki eserlerin büyük bölümü Amasra ve yakın çevresinden derlenmiştir. İlk ve tek müze olan Amasya Müzesi, şehrin merkezinde misafirlerini ağırlamaktadır. Amasra'nın 3000 yılı aşan tarihinin birer kanıtı olarak görülen binlerce tarihi eserin sergilendiği müze meraklılarının kesinlikle ziyaret etmesi gereken bir yerdir. Tarihi ve müze gezmeyi sevenlerin kesinlikle görmesi gereken arkeolojik ve etnografik eserlere ev sahipliği yapan müzenin hikayesi, ilk zamanları olan 1955 yılında belediye binasının küçük bir odasında faaliyete geçirilmesi ile başlamıştır. 1969 yılında ise müze eski bir ilkokul binasına taşınmıştır. 


13. yüzyılda Cenevizliler tarafından ele geçirilen Amasra'ya Fatih Sultan Mehmet 1460 yılı Ekim ayında bir sefer düzenler. Şehre hakim bir tepeye geldiğinde hayranlığını belli eden meşhur sözü eder:« Lala, lala!, çeşm-i cihan bu m'ola" ve kaleye haber gönderir: "Bu kadar güzel bir yere zarar vererek almak istemem kalenin anahtarını bana getiriniz. »Bunun üzerine kale komutanı anahtarı Fatih'in bulunduğu tepeye getirir ve şehir savaşmadan zapdedilmiş olur.




Amasra'ya hayran olarak ayrıldık ve bu güzel kasabaya tekrar gitmek, sokaklarını fotoğraflamak ve nefis balık ve salatasını tekrar tatmak isterim.
Amasra'dan  ahşap işçiliği olan hediyeler alabilirsiniz..Balık ve salata yemeden dönmeyin..Safranbolu'dan tabi ki lokum çeşitlerinden ve özellikle de Safalı lokum tadınız ve alınız.
Bol rotalı keyifli geziler diliyorum.
Gezerek özgürleşmeniz dileğiyle....