21 Kasım 2016 Pazartesi

BURGAZADA TURUMUZ

Adalar  da "İlkbahar da ne kadar güzelse sonbaharda da o kadar güzel " düşüncesiyle bir cumartesi sabahı kız kardeşimle düştük yollara.Rotamız uzun zamandır gitmediğim Burgazada idi..İyiki de gitmişiz..
Burgazada: İstanbul'daki Prens adalarının büyüklük olarak üçüncüsü ve genişliği 2 km olmasıyla rahatlıkla çevresini gezip dolaşabileceğiniz ve dağ çileklerinin tadına doyamayacağınız  bir ada..Adada cami,kilise,sinagog, manastır ve Cem evi bulunmasıyla da  ayrı bir anlamı olan bir ada...
Burgaz Adası; ağaçlarla kaplı olan Heybeli Ada ve Kaşık Adası'na baktığı için manzara açısından avantajlıdır. Ada; çam ormanları, sahilleri ve zarif ahşap köşkleriyle de İstanbul'un sevilen bir köşesidir. Güzel ahşap köşklerin en çok saklandığı yerler sahil ve tepenin Kaşık adası ile Heybeli Ada'ya bakan eteğindeki sokaklardır.Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından hikayeci Sait Faik Abasıyanık, hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir. Burgaz Adası ve diğer İstanbul Adaları, hikayelerinde önemli yer tutmuştur. Abasıyanık'ın  Burgaz'daki evi, Sait Faik Müzesi adıyla müze haline getirilmiştir.
Burgaz Ada bana göre adaların en doğalı ve en mütevazisi..Şehre yakın bir o kadar da şehirden uzak, sevimli kedilerin her köşebaşını tuttuğu  sanki terk edilmiş sessizliği yaşatan bir yer...Kadıköy'den yeni vapur iskelesinden  başladı yolculuğumuz..Burgaz Adaya en kolay vapurla Bostancı ya da Kadıköy üzerinden gidebilirsiniz kız kardeşimle biz de Kadıköy'den atladık vapura ve martılar eşliğinde özgürlük duygusuyla elimizde simitlerle devam ettik yolculuğumuza...Oldum olası tarihi vapurları ve simit peşinde koşan martıları seyretmekten keyif alırım..


İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış bir yokmuş

                                                         Bedri Rahmi Eyüboğlu – İstanbul Destanı

Vapur Önce Kınalı adaya uğradı ve yolcularını indirdi. Kınalı adaya hiç gitmediğim aklıma geldi ve gelecek sefer Kınalı adayı keşfetmeye karar verdim. Kınalı adadan Burgaz'a doğru güneşin sıcacık eşliğinde devam ettik.
Burgazada uzaktan sakin göründü ve 2003 yılında yanmış olan ormanı ve yerine yeşeren ağaçları ile  bizi bekliyordu.Sabah çayınızı yudumlayacağınız ya da akşam gün batımını keyifle bekleyeceğiniz sahili ve kafeleri de sabah mahmurluğunu hissettiriyordu..
 Vapurdan inince çay içmek ve biraz sahilin keyfini çıkarmak için Ergün Pastanesine yöneldik.Sıcak çay ve çıtır çıtır tahinli çöreğimizi yiyerek adanın sakinliğini ve İstanbul'dan uzak olmanın keyfini yaşadık..

Çay keyfinden sonra önce Sait Faik Abasıyanık'ın müzesine gittik.Müze ; Takımağa Meydan Sokak’a bağlanan Çayır Sokak’ta bulunmaktadır. İskeleye yaklaşık uzaklığı 500 metre civarındadır.  Müze, Pazartesi ve Salı günleri hariç ziyaretçilerine her gün açıktır.Müzeye giriş ücretsiz.  Sait Faik Abasıyanık'ın yaşamış olduğu köşk 1959'dan bu yana müze olarak hizmet vermektedir.  Sait Faik Müzesi'nde ziyaretçilere ünlü hikâyecinin yaşamına tanıklık etmiş eşyalar, fotoğraflar, mektuplar, kartpostallar sergilenir. Türkiye'nin en fazla ziyaret edilen müze-evlerindendir ve 1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti'nin sorumluluğundadır. Sait Faik önceleri adaya yaz aylarında gelirken, hastalandıktan sonra ada hastalığına iyi gelince burada yaşamaya başlamış ve hikayelerini burada yazmıştır.




Biraz da müzenin bahçesinde vakit geçirip, köşkü fotoğrafladıktan sonra  bahçeden Aghios İoannes Prodromos Kilisesi (Aya Yani Kilisesi) dikkatimizi çekti.Müzeden çıkarak kiliseye gittik.
Kiliseden çıkarak sokaklardan sahile tekrar indik..Sahilden İstanbul net bir şekilde görülüyor.Artık ada etrafında yürüme zamanı gelmişti ve  sol tarafından  başlayarak, ada çevresini yürümeye başladık..Güneşli bir günde sanki bütün kediler güneşlenmeye çıkmışcasına her köşeden bir kedi çıkıyordu karşımıza..
  
 Arkamızda Burgazada sahili , solumuzda Heybeliada yukarı doğru tırmandık..Artık evler bitmiş ve bizi ağaçlar,bodur bitkiler ve dağ çilekleri karşılıyordu.Bulutlarda görüntüye renk katarak müthiş
bir manzara oluşturuyordu.
 

Yolu takip ettiğinizde ve sol tarafa giderseniz adanın en yüksek noktasına ve heybeli adayı yukarıdan görebileceğiniz piknik alanına geliyorsunuz.Manzara çok güzel olduğu için  burada manzara eşliğinde çayımızı yudumlamaya ve sandviçlerimizi yemeye karar verdik.sandviçlerimizi yerken bize eşlik eden bir köpeğimiz oldu ve ada turu boyunca yanımızdan ayrılmadı..Adına "Duman" koyduk.


Manzara tepesinden  sol tarafa doğru yola devam ettik.Artık yukarı değil aşağıya doğru iniyorduk. Sağ tarafta otlayan atlar, ağaçlar, dağ çilekleri sıralanıyordu.Aşağıda yol ayrımına gelince, mezarlığın hemen altında sol tarafa giden yolu takip ederek ada çevresindeki turumuza devam ettik.



Duman bile etrafa atılmış pet şişe çöplerinden rahatsız olmuş ki pet şişeyi alarak yola devam etti..Yol boyu güneşli bir hava ve yemyeşil yol içinde Marta Koyunu tepeden göreceğimiz yere geldik. Burgazada'nın   Eski adıyla Halikya olan Madam Martha Koyu, Burgazada'nın belki de en güzel yerlerinden biri. Koy, Yassıada'nın tam karşısında aşağı yukarı 1 km'lik bir alanı kaplıyor. 

Madam Martha'nın Hikayesi
Lübnan’lı katolik bir Ermeni olan Martha Arat, güzelliği ile dillere destan bir kadındı. Sadece güzel değil ayrıca çok da yetenekliydi. Kendisi bir balerindi. Belki de bu güzelliğini bir “kuğu”ya borçluydu. Alımlı ve gösterişliydi. Martha Arat, evlilik vakti geldiğinde kendisi gibi Ermeni olan Berc Kazar ile tanıştı ve birlikte mutlu bir yuva kurdular. Fakat Martha’nın bir kusuru(!) vardı: Martha, hem davranış hem de giyim tarzı olarak klasik İstanbul Ermenileri’ne hiç benzemiyordu. Yaz kış denize çıplak olarak giriyor ve denizden topladığı renkli taşlardan takılar yapıp çocuklara hediye ediyordu. Martha tam bir doğa tutkunuydu. Açık saçık giyiniyor ve akşamları iskelede kocasını bekliyordu.Bir süre sonra dedikodular çıkmaya başladı. Martha’nın kulağına kadar geldi bu dedikodular. Kaldıramadı. Geride bir not bıraktı ve kendisini tam da koyun bulunduğu yerde denize attı. Bıraktı notta şu yazıyordu: “Artık rahat edersiniz.” Ada halkı o günden sonra hiç de rahat etmedi, yasa boğuldu. Koyun ismi de o günden sonra “Madam Martha Koyu” olarak anılmaya başladı.
Plaj uzaktan çok güzel görünüyordu, uzaktan  mavi ve yeşil birbirine karışmış.bir ahenk oluşturmuştu. Burada biraz vakit geçirerek yolumuza devam ettik. Artık adanın yürüyüşünün sonuna yaklaşıyorduk ve sol tarafımızda İstanbul'un kalabalık siluetini görüyorduk. Yol boyunca kedileri, martıları, kargaları izleme ve fotoğraflama fırsatı bulduk..
 Yürüdükçe karşımıza küçük bir plaj ve fayton gezintisi yapanlar çıktı.
 
 Tekrar merkeze gelince yorgunluğumuzu hissettik ve Hemen gördüğümüz ilk kafeye oturarak sade Türk kahvelerimizi sipariş ettik. İstanbula bu kadar yakın ama bu kadar saki ve yeşil bir yerde kahvelerimizi keyifle yudumladık..
Vapur saat 15:00 te idi ve yarım saat vaktimiz olunca öğretmen evine giden yokuştan, sağ taraftan tekrar yukarı çıktık.Çünkü adaya her geldiğimde  bu şirin sokak hoşuma gitmiştir..Burada biraz fotoğraf çekerek tekrar vapura yöneldik..
Çok keyifli bir gün geçirdik.Vapuru iskelede beklerken adanın sakin görüntüsünü kadrajıma yansıtmaya çalıştım ve adayı geride bırakarak Kadıköy'e doğru vapur yolculuğuna devam ettik.





Bol rotalı keyifli geziler dilerim...Gezerek özgürleşmeniz dileğiyle.....







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder